KadınPod #08 | Füruğ Ferruhzad

KadınPod podcast serisinin sekizinci bölümünde modern Fars şiirinin en önemli temsilcilerinden, İranlı kadınlar için bir başkaldırı sembolü olan Füruğ Ferruhzad’ın yaşamını anlatıyorum. Şairin yaşamı, günümüzde de hala geçerliliğini koruyan önemli dersler barındırıyor.

Bu yazıyı podcast olarak dinlemek için:

*Alternatif dinleme linkleri yazının sonunda yer almaktadır.


FÜRUĞ FERRUHZAD

''Bir çoğunuzun şimdi okuyacağım dizelere aşina olduğuna emin olduğum ama yaşam hikâyesi pek bilinmeyen bir kadın şairin şiiriyle başlayacağım bu bölüme.. 

‘’Ben maviye inanırdım.. Boynumdaki yorgun damarların mavisine.. Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine.. Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım.. Bir de ensemdeki dövmeye inanırdım; Kuş ölür sen uçuşu hatırla’’ 

İşte bu dizelerin sahibi, 20. yüzyılda İran'da yetişmiş en önemli şairlerinden, sessizliğe mahkum edilmeye çalışılan kadınların en önemli seslerinden biri olan Füruğ Ferruhzad. İçli, derin, imgeleri oldukça kuvvetli ve muhalif bir ses.. Dünya üzerindeki birçok kadının içinde çoğalan çığlıkları kaleme alan bir şair.. Son derece açık bir dille ve cesurca yarattığı eserler, en yıkılmaz tabulara dahi güçlü bir darbe indirilebileceğinin kanıtı.. Füruğ Ferruhzad.. 32 yıllık kısa ömrünü, dünya döndükçe unutulmayacak bir uçuşa çeviren kadın..

İsmi Farsça dilinde ‘’ışık’’ anlamına gelen Füruğ Ferruhzad, 5 Ocak 1935’te İran’ın başkenti Tahran’da doğuyor. İran'ın son monarşik lideri olan Şah Rıza’nın ordusunda subay olan babasının ordudayken kazandığı otoriter karakteri aile yaşamına da yansıttığı bir evde büyüyor. Füruğ, zekası ve şiddetli duyarlılığından dolayı ne babası ne de kendi yaşıtı okul arkadaşları ile kolay kolay anlaşamayan bir çocuk.. Babasının yaşamına kattığı en önemli fayda, zengin bir kütüphaneye sahip olması ve genç yaşlarından itibaren bu kütüphaneden yararlanması oluyor.

Füruğ, mahalle mektebinde 9. sınıfa kadar eğitimine devam ettikten sonra kız sanat okuluna gidiyor ve burada resim, dikiş-nakış ve el sanatları öğrenmeye başlıyor. Bu dönem, aynı zamanda ilk şiirlerini de kaleme almaya başladığı dönem.. Fakat bir süre sonra ev ve okulda yaşadığı yabancılaşma, yeteneklerini farkeden ve ona olumlu yaklaşan ilk kişiye yönelmesine neden oluyor. 16 yaşındayken, kendisinden neredeyse iki kat daha yaşlı olan, resim ve edebiyatla uğraşan Perviz Şapur’la 1951 yılında evleniyor. 1953’te de oğlu Kamyar’ı dünyaya getiriyor. Bir süre sonra evliliği, aile evindeyken yaşadığı mutsuzluklar ve huzursuzluklardan oldukça farklı olsa da Füruğ’ya kendini yabancılaşmış hissettiren bir hale bürünüyor.

17 yaşındayken, Günah adlı şiiri bir edebiyat dergisinde yayınlanıyor. ‘’Günah işledim lezzet dolu bir günah.. Titreyen esrik bir tenin yanında.. Tanrım ne bileyim ne yaptım ben.. O karanlık susku dolu zulada’’ diye başlayan şiir, Füruğ’un hayatını alt üst edecek olan şey oluyor. Bazı kaynaklara göre, şiiri yayınlandığı derginin baş editörü Nasir Hodayar ile olan ilişkisi üzerine yazıyor.

Boşanma sonucunda evliliği 1954 yılında sona eren Füruğ, boşanmalarından sonra oğlunu bir daha hiç göremiyor. Bunun sebebi ise İran yasalarına göre çocuğun velayetinin sadece babaya verilebilmesi. Eşi Perviz Şapur, bu yasadan aldığı güçle Füruğ’ya yaşamı boyunca devam edecek psikolojik şiddetin de başlangıcını yapmış oluyor. Boşanmalarının ardından oğlunu bir daha görmesini engelliyor.

1955 yılında, ilk şiir kitabı Esir yayınlanıyor. Esir’de yer alan şiirler daha çok şairin hayatındaki olumsuzluklar, ayrılıkla sona eren evliliği, sıkıntılar, ümitsizlikler ve yalnızlık gibi temalardan oluşuyor. Çıktığı kısa Avrupa seyahatinin ardından, 1956’da eski eşi Perviz Şapur’a ithaf ettiği ikinci şiir kitabı Duvar yayınlanıyor. Bu kitabında, yoğunlukla duygularından ve iç dünyasından bahsediyor. Yalnızlık, şaşkınlık, güçsüzlük temalarından oluşan şiirlerinde, hemen hemen her şeye isyan etmeye başlıyor. 2 yıl sonra, üçüncü şiir kitabı İsyan yayınlanıyor. Füruğ, bu kitabında kutsal kitaplarda yer alan metinlere atıf yaparak, insanın yaratılışı gibi konuları işleyerek ve daha önceden bu konulara eğilmiş Doğulu ve Batılı şairlerden de örnekler alarak duygularını dizelerine aktarıyor. Daha önce yazdığı iki kitaptan farklı olarak bu kitaplarında romantik ve duygusal temalara daha az yer veriyor ve genellikle ölüm düşüncesini işlemeye başlıyor.

Sonrasında Füruğ, film yönetmeni İbrahim Gülistan’a aşık oluyor ve bu aşktan hareketle de şiirlerinde oldukça cesur imgeler kullanmaya başlıyor. Kadınları ahlaksızlıkla suçlamak dışında akılları başka bi şeye ermeyen tipler, Füruğ’yu da şiirlerinden dolayı ahlaksızlıkla suçlamaya başlıyorlar. İbrahim Gülistan film stüdyosunun işleri için Füruğ’yu işe alıyor. Birçok kaynağa göre, bugünlerden itibaren aralarında başlayan iş ve aşk ilişkisi ölene dek sürüyor. Yavaş yavaş sinema ile ilgilenmeye başlayan Füruğ, 1959’da sinema ve dil eğitimi almak için İngiltere’ye gidiyor. Dönüşünde ilk belgesel deneyimi olan Bir Ateştir’i İbrahim Gülistan ile birlikte çekiyor. Sinemayı görüntülerin diliyle konuşmak olarak tanımladığı için, şiiri ve sineması arasında keskin bir kopuş yaşanmıyor.


Füruğ Ferruhzad & İbrahim Gülistan,

Füruğ Ferruhzad & İbrahim Gülistan

Sonrasında Füruğ, İranlı cüzzam hastalarını ve onların sorunlarını ele aldığı ‘’Ev Karadır’’ adlı bir belgesel-film yapıyor. Film, dünyanın çeşitli yerlerinde ödüller kazanıyor. Ve Füruğ, film çekimleri sırasında cüzzamlılar evinde tanıştığı Hüseyin Mansur isimli çocuğu evlat ediniyor. Hem Hüseyin’e olan sevgisini hem de oğlu Kamyar’a olan özlemini şu sözlerle dile getiriyor; “Kamyar’ın düşünce ve tasası rahat bırakmıyordu, beni öldürüyordu. Hüseyin geldiğinden beri daha huzurluyum. Aslında bazen onun yüzünde Kamyar’ı görüyorum. Ellerini tutup saçlarını okşarken Hüseyin mi Kamyar mı diye hiç düşünmüyorum. Farkı yok. Hissediyorum ki o oğlumdur.”

Şiirlerindeki olgunlaşma dönemi ise Yeniden Doğuş adlı kitabıyla geliyor. 1963 yılında yayınlanan bu kitap, İran şiirinde derin ve etkileyici değişikliklere yol açıyor.

13 Şubat 1967 tarihinde öğleden sonra stüdyoya gitmek için arabasını kullanırken, karşısına çıkan okul aracına çarpmamak için direksiyonu kıran Füruğ, aracından fırlayıp, boynunun kırılmasıyla 32 yaşında hayata gözlerini yumuyor. Din adamları cenaze namazını kılmak istemediği için, cenazesini iki gün bekletiyorlar. En sonunda, cenaze namazını bir yazar kılmak zorunda kalıyor.

Füruğ’un şiirlerini Türkçe’ye çeviren çevirmenlerden biri olan, İranlı yazar Haşim Hüsrevşahi kendisinin ölümünü şu şekilde yorumlamıştır; ‘’Füruğ’un ölümü, dili kesilmiş İran kadınlarının ölümüdür.’’

Füruğ’un yaşamının sonuna kadar göremediği oğlu Kamyar İngiltere’ye mühendis olmaya gönderilse de, bir yıl sonra eğitimini bırakıp kendini resme adıyor. Annesinin şiirlerinin peşinden gidiyor, onun resimlerini yapıyor ve yeniden annesini var ediyor. Diğer oğlu Hüseyin ise annesinin şiirlerini Almanca’ya çevirerek, onu İran’ın sınırlarından çıkararak dünyaya tanıtan en önemli isimlerden biri oluyor.

Modern Fars şiirinin son 50 yıldaki en büyük temsilcisi olarak kabul edilen Füruğ Ferruhzad, yalnızlık, aşk ve hayat temaları şiirlerinde hep kadın-erkek eşitsizliğine başkaldırmış bir şair aslında. Çünkü, İran gibi ataerkil bir toplumda yaşamanın tüm zorluklarını iliklerine kadar hissetmiş bir kadındı. Eserlerindeki cesur dil ‘’ahlaksız’’ olarak yaftalanmasına ve itibar kaybına uğratmaya çalışılmasına rağmen, her zaman karşısındaki zihniyetle mücadele etti ve hissettiklerini yazma özgürlüğünden bir adım bile geri atmadı. Bazı değerlendirmelere göre, kadın şairlerin sahip olduğu en önemli tabulardan birini de yıkmıştır. Erkek şairler sevgililerini, aşklarını ve cinsel yaşamlarını rahatça dillendirirken, kadın şairler bu noktada hep çekinceli kalmışlardır. Füruğ ise bu noktada bir başkaldırı sembolüdür. İnatla bastırılmaya çalışılan kadınlığını ve hislerini resmen haykırmıştır.

Kendisi aynı zamanda ülkesinde kadınların daha fazla eşitsizlikle karşılaşmasına neden olacak bazı kanun ve geleneklerle yoğun bir mücadele içerisine girdi. İsyankar ve hayatına kimsenin müdahale etmesine müsaade etmeyen bir kadın ve kadınları baskı altında tutmayı amaçlayan kanunlara başkaldıran bir şair olarak şiirini bu alanda hep güç ve ilham verici bir araç olarak kullandı.

Füruğ Ferruhzad, 1954 yılındaki bir konuşmasında şöyle der; “Benim arzum, İranlı kadınların özgürlüğü ve onların erkeklerle eşit haklara sahip olmalarıdır. Ben bu ülkede bacılarımın uğradıkları haksızlıkları ve adaletsizlikleri, çektikleri sıkıntıları tamamıyla biliyorum. Bu yüzden eserlerimin yarısını onların sıkıntılarını dile getirmeye, problemlerini tasvir ederek gözler önüne sermeye ayırıyorum.’’

Muhtemelen 27 yaşında kaleme almış olduğu şu yazısı da, bir kadın olarak verdiği mücadeleyi en iyi anlatan cümlelerinden; "hayatımı kaybettiğimi hissediyorum… ve yirmi yedi yaşında bilmem gereken şeyden çok azını biliyorum. belki de sebebi hiçbir zaman parlak bir hayatımın olmayışındandır. on yedi yaşında komik bir aşk ve evlilik gelecekteki hayatımın temellerini sarstı. hayatta asla bir rehberim olmadı. kimse beni fikren ve ruhen eğitmedi. sahip olduğum şeyleri kendim elde ettim ve sahip olmadığım şeylere de sahip olabilirdim ama huysuzluklar, kendini bilmezlikler ve hayatın çıkmaz sokakları onları ulaşmama izin vermedi. başlamak istiyorum."

Ben bu cümlelere baktığımda birçok kadının hikâyesini görüyorum aslında. Çocukluktan itibaren çok fazla bir şey öğrenmesi gerek görülmeyen, genç yaşında evlenip, çocuk yaparak kendisinden başarması gereken tek şey beklenen, bunun beklendiğini gördükçe karşısına çıkan ilk erkeği kaçış olarak gören ve çoğu zaman mutsuzluğa mahkum olan kadınlar.. Füruğ gibilerin çok önemli bir farkı var ama. Boyun eğmeyi reddetmeleri. Belli bir noktada varoluş amaçlarını bulmaları, kabullenmeleri ve bunun için mücadele etmeleri. Gerçi çoğu zaman, bunu yaparken kimseye zararları olmasa dahi rahat bırakılmıyorlar. Füruğ Ferruhzad bu hissi de çok güzel anlatıyor:


“ne tuhaf bir dünya.
kimsenin işine karışmıyorum.
kimseyi incitmiyorum ve
her an kendimleyim, böyle olunca herkes beni kurcalıyor…”
 


Belki de Füruğ Ferruhzad’ı ve eserlerini en iyi tanımlayacak dizeler de yine kendi şiirlerinden birinde yer alıyor. Kendisi diyor ki; ‘’Ben ağaçların soyundanım ve bu “bayat” havayı solumak kederlendiriyor beni.’’ Açıkçası bu cümlenin üzerine daha fazla söylenebilir ben bilmiyorum. Kadınların kedere mahkum edildiği bir coğrafyada doğan, bu kedere baş kaldıran, yeri geldiğinde yaşadığı kederi bile açık açık yazmasına engel olunmaya çalışılan, fakat yıllar sonra dahi konuşulması engellenemeyen, eserleriyle en az bir ağaç kadar kök salmış olan bir kadın.''


Alternatif Dinleme Linkleri

Apple: http://apple.co/363KGKY

Google: http://bit.ly/3mZf8MP

SoundCloud: http://bit.ly/3p1STIf

YORUM YAPILMAMIŞ

YORUMUNUZU GÖNDERİN